24 Temmuz 2012 Salı

Bebek Odamız

Bebek odası seçimi bebek doğmadan önceki en büyük alışveriş kalemlerinden biri. Biz Ankara'daki neredeyse tüm bebek mobilyası satan mağazaları gezdik. Bir oda takımının 15000 lira olduğu dükkanları bile gördük, oha bile dedik :) Sitelerdeki boya kokularından nefret ettik. Yalanları saymıyorum bile :) Misal "amca bu dolap boya kokuyor diyorum" amca diyor ki "daha dün kurduk bu teşhiri bi iki hafta kokar", "iyi de amca biz bir ay önce de uğradık bu buradaydı, karar veremedik hala geziyoruz", amca kıvırıyor "olur mu öyle şey,ben karıştırdım o zaman zaten kokmuyor bu size öyle geliyo : ) Bir başka yalan dolan da şu marka da vererek "biz otuz senedir bu işi yapıyoruz bilmem ne boyanın su bazlı bilmem ne özellikli boyasını kullanıyoruz", "iyi de o boya yeni çıkmadı mı" diye soruyorum. El cevap: Tamam otuz sene yoktur ama bi beş sene vardır biz o boyayı kullanıyoruz. Eyvallah deyip çıkmaktan başka bişey gelmiyor elimizden böyle durumlarda : ) Sonuç olarak bir bebek odası da yapmak istiyoruz. Ne de olsa ilk kez çekirdek aile formunu alıcaz ilk göz ağrımız gelecek odası da olsun, osu da olsun busu da olsun modundayız. İnternetten araştırmaya başlıyoruz ve görüyoruz ki ingilizce olarak yaptığımız tüm araştırmalarda bebek odaları ahşap çıkarken türkçe araştırmalarda lakelenmiş bi dünya bebek odası ile karşılaşıyoruz. Ve tutuyoruz Mothercare in yolunu. Şanslıyız da en çok satılan takımı % 40 indirimde fazla uzatmadan en meşesinde alıyoruz oda takımımızı dönüyoruz evimize :) Tabi bitmiyor. Daha bunun perdesi var, halısı var, aksesuarı var, var oğlu var. Perdede tutturuyorum illa kelebekli olacak diye işte o zaman anlıyorum ki neredeyse imkansızı istiyorum. Yok Allah yok. Varsa da bir türlü bizim karşımıza çıkmıyor. Ama arayan derviş muradına ermiş sonunda buluyoruz. Halı da kelebekli olsun istiyorum ama perdede zorlanınca tutturmuyorum. Görüyorum alıyorum ve bitiyor. Aksesuarlar ise dolaştıkça alınır nasıl olsa diye boş veriyoruz. Ve dünyalar güzeli kızımın güzel odası böylece oluşuyor. Çok da güzel oldu pek de güzel oldu. Ama ilkokula başlarken yenilenecek gibi  görünüyor. Çünkü yatağımız beş altı yaşına kadar bizi idare edebilecek bir de çalışma masamız yok. Zaten burası bebek odası bebekler çalışmaz ki :) Balkona bir oyun odası kurma fikrim var. O zaman daha da süper olacak odamız.

Odamızın kapısında bizi kelebekler karşılıyor.
Bu kelebekler Paşabahçe den

Mor biblo mumluklar Tepe Home
Pembe toka kutumuz da Tepe Home
Bebek bezi için çöp kutumuz angelcare

Dolap üzerindeki stickerlar yine Paşabahçe
Sepetler Zara Home Kids

Tüllerimiz aramaya değmiş valla
Yaşasın odamızda kelebekler uçuşuyor.
Halımız pierre cardin
Koltuğumuz Ev Oda Mağazası Anteras
Kaloriferin üzerindeki mıknatıs kelebekleri annem almış çok güzeller

Şu alt değiştirme ünitesini alıp alamamak konusunda kararsız kalmıştık ama iyi ki de almışız.
İlk zamanlar koltukta alt değiştiriyordum bel fıtığı olmama ramak kalmıştı.
Şimdi hemen odamıza gidiyoruz belim rahat bebeğim rahat.
Şiddetle tavsiye ederim.
Dönencemiz Bulutlardaki tavşanlar Chicco

Her sabah bu duvardaki kelebeklere konuşuyor benim kızım
Nasıl anlaşıyorlar bilinmez ama bizimkini çok mutlu ettikleri kesin.
Dönencenin yüzüne bile bakmıyor direkt bunlarla muhattap oluyor, şarkılar söylüyor.
Her sabah pek tatlı pek mutlu uyanıyor.
Ömrünün her sabahına mutlu uyan inşallah minik kuşum.


21 Temmuz 2012 Cumartesi

Kaldırımlar, Yollar, Engeller

Bu sabah Hürriyetin Cumartesi ekinde Banu Tuna nın yazısını okurken resmen ağladım. Yazının bir kısmını paylaşmak istedim.  

"Ebru o istasyona gelene kadar kim bilir ne çok engelle karşılaştı
Her gün kullandığım tren istasyonunun fotoğrafını görünce, haber ister istemez kişisel bir mesele oldu benim için. Bebeğini trene bindirmeye çalışırken raylara düşerek ölen Ebru’yu, sokaklar zaten oraya gelene kadar da hayli hırpalamış olmalıydı.
Haberi kimsenin atladığını sanmıyorum ama hatırlamakta fayda var: Ebru Güntekin, önceki hafta bebek arabasında taşıdığı 3 yaşındaki oğluyla İstanbul Feneryolu tren istasyonuna gitti. Banliyö treniyle Pendik yönüne gidecekti. Tren geldi, Ebru bebek arabasını vagona yerleştirdi ama tam kendisi binecekken kapılar kapandı ve tren hareket etti. Bebeğini kaybetme korkusuyla telaşa kapıldı. Trenle peronun arasındaki boşluktan raylara düştü. 20 metre sonra tren durduğunda artık onun için çok geçti.
SOKAKLAR 30 YAŞINDA ERKEK ATLETLER İÇİN
Hiçbir medeni şehirde, peronla tren arasında bir insanın düşeceği kadar boşluk olmaz. Bırakın bedeni, parmak sığacak kadar dahi olmaz. Ama bizde tüm şehir, herkesin 30 yaşında bir erkek atlet olduğu varsayımıyla tasarlanmış. Yeterince hızlı, yeterince güçlü, yeterince kıvrak, yeterince dikkatli değilseniz, refleksler de zayıfladıysa vay halinize. Evden çıkmasanız daha iyi.
Feneryolu tren istasyonunu hemen her gün kullanırım. O yüzden Ebru’nun bebeğiyle o perona çıkana kadar nerelerden geçtiğini, bebek arabasıyla nasıl zorluk çektiğini çok iyi biliyorum. Tekerlekli iskemlede olan ya da Ebru gibi bebekliler için yapılmış alt geçit rampalarının insana roller coaster macerası yaşatacak kadar dik olduğunu, kaldırım giriş çıkışlarındaki rampaların, önüne park eden araçlar yüzünden kullanılamaz hale geldiğini, bazı merdivenlerde rampa dahi olmadığını, sokaklarda karşıdan karşıya geçerken pek çok otomobilin bebek arabasına aldırmadığını, kaldırımlar bebek arabasına uygun olmadığı için sık sık yola inmek zorunda kalındığını... Kaç kadına, o tren istasyonunun merdivenlerinde bebek arabasını taşıyabilmesi için yardım ettiğimi hatırlamıyorum dahi.
Ebru’nun hikâyesini okuyup üzülmüş, annesiz kalan oğluna acımış ama kendinizi aynı kaderden çok uzak görmüş olabilirsiniz. Size tam tersini ispat edebilirim. "

İşte bu yazıdan sonra böyle bir kaderin herhangi bir anneden çok da uzak olmadığını gördüm. Bu nedenledir ki tek başıma bebeğimi alıp özgürce sokaklarda dolaşamıyorum. Başkentin ortasında lüks semt diye adlandırılan semtlerden birinde (Çukurambar) oturmama rağmen sokaklar  tek kelime ile rezalet. Bebek arabası ile kaldırımlara çıkmak mümkün değil, hadi çıktın yürümek mümkün değil, hadi yürüdün inmek mümkün değil. Karşıdan karşıya geçmek ışıklı bir kavşakta dahi son derece tehlikeli. Zaten geçişin sağlanabileceği bir yol yok yaya geçitinde değilsem yol ortasındaki refüjden  bebek arabasını  çıkarıp tekrar indirmek zorundayım. Caddeye çıkıp  yürümeye başladım diyelim ki bu da çok zor. O lüks restaurantlar, cafeler, bistrolar caddeyi parsellemiş durumda. Valelerin işgalindeki caddede sadece lüks arabalara yer var. Bebek arabaları ise onların altında kalmadan kenardan yandan ilerleyebiliyorsa ne ala. Ne işin var caddede bebek arabası ile ara sokaklardan yürü derseniz ki demeyin, ara sokaklar köpeklerle dolu! Köpekler ki ben onları çok severim ama başı boşsa ve özellikle açsa hele de bu semtte bir kaç kişiye saldırıp gazetelerin ikinci sayfalarına haber olacak kadar ünlenmişlerse maalesef onlardan korkmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Bir de yeni towers yapılıyor buralara yine süper lüks binalar bunlara malzeme taşıyan kamyonlar mı dersin iş makinaları mı hepsi yollarda ama benim bebek arabama yine yol yok. Bu kadar lüks kafe bina ıvır zıvır içinde lüks bir parkımız(!) var. Cadde üzerinde, Mado ile kapı komşusu üstelik adı da  Engelsiz Oyun Parkı biz bebek arabası ile o parka ulaşabilmek için bir yığın engelden geçiyoruz ama park engelsiz ona göre. Küçük bi ayrıntı içeri girebileceğiniz minik kapıyı bulabilirseniz ve parkın arka tarafındaki boş pazar yerinde bulunan köpekler yine sizi engellemez ise. Avmler ayrı engeller ile dolu asansörlere bebek arabası ile binmek için önce yüz metre koşusunu kazanmalısın. Çünkü biz araba ile büyük bir alan kaplamadan önce asansörü doldurmaya niyetli bir sürü insan var koşarak gelip sığışıveriyorlar bir köşeye ki siz içeri giremeyesiniz. Sonuçta haklılar bir bebek arabası yerine üç dört insan sıkışabilir. Ama bilmiyorlar ki bir bebek arabası o yürüyern merdivenler ile üst kata çıkamaz.
Bu arada yazının devamı da mutlaka okunmalı.
"HEPİMİZ ENGELLİYİZ
Pete Kercher çalışmanın başında kim olduklarını, katıldığımız atölyenin maksadını anlatmakla uzun uzadıya uğraşmadı. Sadece küçük bir ‘anket-deney’ yaptı diyelim.
Hepimizden ayağa kalkmamızı istedi. Sonra “Hayatının bir döneminde kolunu ya da bacağını kırmış olanlar otursun” dedi. İki kişi oturdu. Ardından sıra büyük anne ya da büyük babasıyla yürüyüşe veya alışverişe çıkanlara geldi. Gözlük takanlar oturdu, çocuğu olanlar oturdu... Sonunda ayakta kimse kalmadı. Anlaşıldı ki, orada bulunan herkes hayatının bir döneminde engelli olmak ne demek öğrenmişti aslında.
Kolunu bacağını kırmak neyse de, geriye kalan grupların engelli olmadığını söyleyebilirsiniz, haklı da olursunuz. Ama bir de şöyle bakın: Büyük anne ya da babanızla sokağa çıktınız. Baston kullanmıyor olsa dahi kaldırımların  yüksek olmaması, giriş çıkışında rampa olması gerekir. Yaşlılar yürüyen merdivende de sorun yaşar, asansör gerekebilir. Çocuğu olanlar, tıpkı Ebru gibi uzunca bir süre bebek arabası kullanır. Bunun zaten tekerlekli iskemledeki biriyle sokağa çıkmaktan farkı yok. Gözlük takanlar her yere gözlükle giremez, mesela duşa. Peki sıcak ve soğuk su işaretleri okunmayacak kadar küçükse ne olacak?"
 Ben engellilerin zor bir hayatı olduğunu bilirdim ama onlara asıl engelleri koyanların şehirleri yönetenler olduğunu  böyle anladım. Ben bu aralar engelliyim ve uzun bir süre de engelli kalıcam. Engelleyenler utansın!

Ebru annenin arkasından Allah rahmet eylesin demek kolay da üç yaşında,artık annesi olmayan anne kuzusu için ne söyleyebilirim  bilmiyorum.


18 Temmuz 2012 Çarşamba

İlk Ek Gıdamız Su

Sudan ek gıda mı olur demeyelim lütfen. Anne sütü dışındaki her şey ek olduğuna göre bizim ilk ek gıdamız su :) Suyu daha önce de vermiştim tabi, neredeyse sayılı kere ve kaşıkla vermiştim. Beşinci ayı tamamladık artık su ile daha fazla haşır neşir olmamız mümkün diye düşünerek Asya kıza bir adet suluk aldık, şu akıtmayan suluklardan. Biberon tercihimiz gibi bu tercihimizi de Dr. Brown dan yana kullandık. Pembe yeşil bardağı Elif Asya çok sevdi. Kulplarından tutup sanki yıllardır bardaktan su içiyormuşçasına deneyimli bir şekilde suyunu içiyor. Sanırım henüz tam keşif yapamadığından çok az miktarlarda su çekebiliyor. Gelecek ay meyve sularını bu bardaktan rahatlıkla içebilir. Ben çok sevdim. Asya da suluktan ziyade diş kaşıyıcı olarak sevdi galiba :)

Suluğumuz yanda dursun bizim kız ayağını yesin.

İtina ile suluk dişlenir.

Burada emiyor ya da su hüpletiyor diyelim :)

Keyfimiz yerinde


Asya Bebek=Mutlu Bebek


Aquababies

Benim minik su kuşum suyu çok sevdiği için ayaklandığı anda havuza gönderme fikrim var. Su Asya'yı çok rahatlatıyor. Sanırım anne karnında sanıyor kendini. Küvetteki ilk banyomuzda tüm vücudunu suyun içine sokup yüzdürdüğümde ne çok rahatlamıştı. O gün bugündür seviyor banyoyu. Ben de Minnoşu havuza gönderebilir miyiz acaba diye düşünürken  gazetede bir röportaja rastladım. Anneler günüydü, çocukları sayesinde iş sahibi olan bayanların röportajlar vardı. Aquababies ile tanışmam böyle oldu. Siteyi inceledim doğumdan 12. ayına kadar olan bebekler de programa dahil olup yüzme öğrenebiliyorlarmış. Daha da önemlisi suyun altında yaklaşık 20 sn nefeslerini tutabiliyorlarmış. Haftada bir gün yarım saat olmak üzere 5 hafta süren programda her hafta başka bir beceri öğretiliyormuş bebişlere. 5 haftalık program ücreti 375 lira. Tüm bunlar iyi güzel ama sorun şu ki bu programlar sadece İstanbul'da :( Neden Ankara'da böyle bir program yok diye bayağı üzüldüm. Bu işin sonunda Minnoşu her hafta İstanbul'a götürmeyi bile düşündük. Tüm minikler suyu sevsin su ile büyüsün diye Ankara'da şube açıcam bu gidişle.  


Su içindeki şu miniğin tipine bakar mısınız ne kadar da mutlu :)

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Çeşit Çeşit Lakaplarımız

Bizim minnoş doğdu doğalı herkes bir başka sesleniyor kuzuma :) Mesela ben neredeyse hiç Asya demiyorum. Güzel kızıma kim neler demiş yazalım buraya sonra aklımızdan uçar giderse üzülürüm valla.

Minnoş: Bu en çok benim kullandığım tabir. Aslında kedi yavruları için kullanılıyor ama bu minik kedicik de benim yavrum napalım yani :) Ama bunun türemiş halleri var Mintor, Tintor, Zintor hatta Mintori Tintori, Zintori gibi hiçbir anlam içermeyen ve melodiyle söylendiğinde Asya'yı güldüren nickleri bunlar :)

Ebe Gümeci: Bu babamızın tabiri. Neden mi ebe gümeci çünkü her bebek gibi benim kızımın da dişleri yok ve gülünce ebe gibi alt dudağı içeri giriyor bu da onu ebegümeci yapıyor :)

Çepiç: Dedemiz genelde böyle sesleniyor. Doğduğunda çöp gibi parmakları vardı Asya'nın. Kibrit çöpü gibi uzun ince güzel parmaklı kıza annem tektaş alacam o parmaklara der dururdu. Şimdilerde biraz tombik tektaşa uygun hali kayboldu :) Neyse çöple  çepiç benzer heralde ondan diyor dedemiz sanıyordum, meğer çepiç keçi yavrusuymuş :)

Oktay Usta: Bir beremiz Oktay Ustanın şapkalarına çok benziyordu o bereyi takınca hep Oktay Usta diyorduk Asya'ya. Bir de ilk zamanlar seri üretim bez tüketiyordu Asya ben de her altını değiştirmemde Oktay Usta'dan paket servis diye babaya sunuyordum : ) O paket servis hep çöpe gidyordu tabi ama biz bu Oktay Usta nickini pek sevmiştik valla birinci ayın sonuna doğru kayboldu söylemler.

Seyyar Kamil: Bu da doğan'ın keşfi biz o kadar gezentiyiz ki bizim kız seyyar yani :) İlk zamanlar beşiğini bir odadan diğerine taşırken söylüyorduk, sonra sokak gezmeleri başladı evden her çıkışımızda söyler olduk. Ama şöyle bir tamlaması var Uy da da Uy da da Seyyar Kamil Seyyar Kamil :)

Cingöz Recai: Bu isimler hep erkek kökenli ama bizimki kız şimdi yazarken bunu fark ettim. Neyse varsın öyle olsun. Bu tabir boncuk göz ile aynı anlamlı tabi ki de. Benim minik kızım öyle boncuk boncuk bakıyor ki cingöz dememek mümkün değil. Bir de şöyle bir durumumuz vardı ki Asya doğduğunda göz bebeklerinin çevresine kan oturmuştu. Yani kırmızı bir halka vardı. Bu halka kırkından sonra geçti. Bu halka sebebi ile belki de gözleri çok cin bakıyordu.

Üşürcüklü: Şimdi bizim minnoş anlaşıldığı üzere çok soğuk zamanlarda doğdu ama sonuç olarak ev hep sıcaktı. Ama yavru kuşun elleri ayakları bi türlü ısınmazdı. Yazın bu sıcakta buharlaşıyoruz hala bazen elleri buz kesebiliyor. İşte bu nedenle bizim kız üşürcüklü :) İşin aslı annesi olarak ben de üşürcüklüyüm bu nedenle bazen Üşürcüklüoğlu da diyoruz kendisine :)

Tirken: Bu ne anlama geliyor hiç bir fikrim yok. Ama Asya kucakta o kadar dik duruyordu hem de doğduğundan beri o nedenle hep Tirken gibi duruyor dedik.  Tirkene bak hele dedik. Hatta bazen Tirken Tüylü bile dedik. Bu da üç tel saçına edilmiş laf :)

Şebeke: Bu çok güldüğünde kullandığımız tabir Şebek olma durumunun e hali :)

Sırma Saçlı: Benim kel kızıma normal olarak Keltoş diyoruz zaten hatta ben bazen Kepçe Kulaklı Minnoş bile diyorum ama bu duruma tezat oluştursun diye daha çok Sırma Saçlı diyoruz. Mesela banyo yapıyoruz hemen birbirimize Sırma Saçlarını kurutalım Asya'nın diyoruz. Ben Sırma Saçlarına fön çektircem kızımın diyorum. İlerde kullanmak üzere tokalr lıp biriktiriyoruz. Süper oluyor.

Meraklı Safiye: Tek kadın karakterli lakabımız bu herhalde bu da niye Meraklı Melahat değil de Safiye onu da bilmiyorum :) Elleri keşfetmemiz ile bunu da çok kullanmaya başladık meraktan, etrafa bakmaktan ememiyor bile bazen.

Şaşkın Ördek: Bu kız dünyadaki herşeyi ik defa görüyor doğal olarak gördüğü her şey için ufak çaplı bir şaşkınlık yaşıyor. Şaşkın halleri ise süper komik oluyor.

Yavruuuummm : Bunu en çok annem söylüyor özellikle uzatmalı. Böyle seslenince Asya anneme çok gülüyor.

Küçüğüm: Bu da babaannemizin tabiri oyy küçüğüm diye seviyor genelde seni. Gerçekten de çok küçüksün. Miniksin miniciksin.

Annemmmmmmmm: Ben de böyle seslenirsem Asya bana çok gülüyor. Hemen kendimi de kattım araya.

Cingan Yörüğü: Bu lakabı 5. ayda yüklenen ses yazılımı ile birlikte kazandı Asya. O kadar çok bağırış çığırış içindeki genelde şöyle sesleniyoruz Asya'ya Cingan Yörüğü yeter artık bağırma :)

Bir de şöyle bir şarkımız var:
Annesinin nar tanesi
Babasının nur tanesi
Evimizin bir tanesi



İşte tam bir Cingöz Recai :)
Oyyy şu an tam bir minnoş, uyusun da büyüsün bu minnoş




İşte bir adet ebe gümeci, gülüşe bak hele
Bu tam bir şaşkın ördek
İşte bir ebe gümeci foto daha :) o alt dudak ebe gibi nasıl giriyor alta anlamıyorum :)
Bu Tirken fotosu kafa dik duruş sakin
Bu aslında tam bir minnoş fotosu ama Oktay Usta şapkasıyla minnoşum



Bu da minnoş amanın minnoş minnoş yaktın beni minnoş

Burada tam bir şebeke
Şaşkın ördek olma halinde son nokta





MTA Tabiat Tarihi Müzesi

Evimizin dibinde MTA Tabiat Tarihi Müzesi varmış. Gerçi bu müzenin bize yakın olduğunu biliyordum da neredeyse oturma odamızla yan yana denecek kadar yakın olduğunu tahmin bile etmiyordum. Geçen Pazar evde miskinlik yaparken Doğan hadi müzeye gidelim dedi. Hadi gidelim deyip evden çıktığımızda saat üçtü, müzeye ulaştığımızda ise beş geçiyordu. Girişte görevliler sat dörtte kapanıyor dediklerinde yarım saatte çıkarız diye düşünmüştüm. Ama öyle olmadı değil bir saat on bir saat olsa gezilir müze. Süperdi süperdi süperdi. Asya'nın aklı erdiğinde ilk götüreceğim yerlerden biri burası kesinlikle. Ben insanlığın başlangıcından günümüze yolculuk ettim resmen. Bayıldım her şeye ama özellikle fosillere. Hani fosil nedir diye sorsalar sözlük tanımı yapardım daha da ötesine geçmezdi bilgim. Ama şimdi bu durumu cümle içinde kullanırsam "ben fosil gördüm" :) Binlerce yıl öncesinden bahsetmiyorum milyonlarca yıl öncesinden fosiller var. O canlı orada yaşıyormuş o zamanlarda şu an günümüzde benim gözlerimin önünde ve kendisi artık bir fosil. Bunu algılamak bile müthişti. Asya'ya gelirsek değişik şeyler görmüş olmak onun dikkatini çekti o kadar :) Havalandırma etkisi ile ortam biraz serindi. Üzerini örtünce minnoş uyudu zaten hepi topu bir saat biz gezdik bir saat o uyudu derken gezimiz bitti :( Yine gidicem daha uzun süre her şeyi uzun uzun inceliycem. Bu arada giriş ücretsiz.
Günün anlam ve önemine ait fotolar tam olarak bunlar değil aslında fosillerin fotolarını dilimin tutulması sebebi ile çekemedim sanırım. Bu hayvancıklar da doldurma hayvan ve tabiattaki halleri tasvirlenerek camekanlanmış. Bunların görüntüsü de kesinlikle görülmeye değerdi. Kuşlar az sonra uçacakmış kaplan birazdan bir pençe atacakmış gibi. Yani o denli canlı, inandırıcı.  
Bir takım sürüngenler. Sağ alttaki Tosbağa en sevdiğim :)


Görüntü ne kadar inandırıcı değil mi?

Ürkütücü


Puhu kuşları yani bildiğimiz baykuşlar :)


Ankara Tavşanı

Kuzucuklarıma bakın hele

Ve Trex :) Bunun etrafında yaklaşık dört beş yaşlarında bir çocuk koşup duruyordu Trex diye annesi dinozora bakıp şöyle dedi: Bu muymuş ünlü Trex :) İşte o ünlü Trex bu Tex :)
Bu da benim minik kuşum


Şu battaniye ile uğraşayım biraz :)
Neyse en iyisi usluca oturmak :)

Kolay Tütü Yapımı

Her minik kız annesi şu balerin eteklerine hayrandır eminim. En azından ben öyleyim :) Tütü nereden alırım baktım ettim bulamadım bir ara H&M de görenler olmuş ama ben yakalayamadım. Girdim internete arattım yapımını ve buldum ne güzel şeyler yapmışlar bayıldım. Bir de ben deneyim dedim ama itiraf ediyorum son derece başarısız oldum : )
İşte bu başarısızlığım ilk sebebi bildiğimiz don lastiği almamam :) Don lastiği benim minik kızımı rahatsız eder diye düşünerek şu bebeklerin kafasına takılan lastik bantlardan aldım. Meğer o bantların içinde lastik yokmuş sadece esnek bir kumaşmış. Ben tütüyü yaptıkça kumaş oldu kazık gibi hiç bir elastikiyeti kalmadı. Ama yine de yaptım normalde lastik tarafından toparlanıp bel kalınlığına gelmesi gereken tütü o kadar büyük oldu ki bu doğum kilolarıma rağmen ben bile giyebilirim :)
Gelelim yapım aşamalarına püf noktalarına.

Öncelikle ben bu tüllerden aldım ben ettim siz etmeyin : )
Bu tüller kazık gibi :)

Tüllerin enlerini kafama göre kestim
Boyları eşit olsun diye bir kartondan yardım aldım

Sonra sizin almamanız gereken saç bandını uygun bir yere geçirip tülleri bağlamaya başladım
Tekrar söylüyorum ki don lastiği, bebe lastiği, pijama lastiği işte her ne ise o bildiğimiz lastiklerden alınacak

Güzel ilerliyoruz ama sonu kötü
İşte mutlu olamayacak kadar hazin son :)
Bu bel kimin beli acaba benim minnoşumun olmadığı kesin :)


Elmalı Chicco tşörtümüze uyum sağlasın diye almıştık bu kırmızı yeşil tülleri
Eğer güzel olsaydı bayağı hoş duracakmış


Yine de denemek için giydik tütümüzü
Muhtemelen tüller poposunu acıttığından minnoşun ifadesi pek de mutlu değil


13 Temmuz 2012 Cuma

5. Ayımı Doldurdum

Benim Minik Asyam bugün beşinci ayını doldurdu. Bu ay neler neler yaptık. Bu ay bebeğime bir ses yazılımı yüklendi. Ama öyle böyle değil. Sesini duyurana kadar bağırıyor çığlık atıyor. Agu bugu falan değil bu dediğim resmen konuşuyor derdini anlatıyor sıkıldım diyor, uykum geldi diyor, oyun istiyorum diyor, beni kucağına al diyor. Ya o kendini çok iyi anlatıyor ya da ben minnoşu okumayı öğrendim :) Bu sesli hallerine bayılıyorum. Başka bir kucakta iken ben gel dediğimde gelmek için tepki veriyor hem sesli hem de görsel olarak bu süper bence :)  Aynaya bakmaya bayılıyor. Aynada kendini görünce çığlık çığlığa bağırıyor o kadar tatlı oluyor ki. Bu arada kahkaha atıyoruz gülümseme değil, kahkaha resmen. Ses çıkararak gülme işini ilk kez dördüncü ayımızın son haftasında ce e oynarken yapmıştı. Ama sadece bir kereydi sonra iki üç hafta bu şekilde sesli gülmemişti. Ama bu ayın sonunda artık bu sesli gülmelerimiz doğal bir hal aldı. Ve hala ce e oyunumuz favorimiz. Bebeğim tam bir mutlu bebek herkese gülücükler saçıyoruz. Çok tatlısın güzel kızım seni çok seviyorum.
Bir de oyunlara başladık. Mesela Tos Tos oynuyoruz. Buna da bayağı gülse de kendi kendine kafasını getirip toslatabildiğini söyleyemeyeceğim. Bir oyunumuz da tel sarmak. Tel sarar Asya tel sarar tel bulamazsa ne sarar bizim için süper bir melodi eğer tırnaklarımda bir de kırmızı oje varsa Asya için en güzel oyun. Ama Asya kız tel sarıyor mu derseniz henüz değil. Ellerinde bir kıpraşma oluyor hemen, melodiyi duyunca ama bu tel sarma işinde henüz Level1 :) bunun için daha çok çalışmamız lazım. Bu ay en çok uçmayı sevdik. Benim minnoşum pilot olacak herhalde :) Asyayı tutup ne kadar yukarı kaldırırsak o kadar mutlu oldu. Ellerini, bacaklarını açıp uçtu. Bu ayın favori oyunu yükseklerde takılmak.
Dönmeye başladığımızı anlatmıştım. Artık gerçekten dönüyor bilerek ve isteyerek tesadüf olmaktan çıktı bu dönme işi. Ama gece uykuya dalacağı sırada yüzüstü döndüğünde tekrar toparlayıp sırt üstüne gelemeyebiliyor. Buna biraz daha çalışması lazım :) Gündüz öğrendiklerini gece unutmamak için tekrarlarmış ya bebekler. Benim kızım gece çok çalışıyor çoook. Yatağın her santimetre karesine kafasını koymak için tüm gece uğraşıyor. Uyku düzenimiz de gayet iyi biyolojik saatimiz tıkır tıkır işliyor. Gece emzirmek için uyandırmıyorum uykusunu bölmüyorum ki uyusun da büyüsün. Zaten emme işini kendi kendine bire indirdi. Benim uyumama da izin verirmiş benim bocuk gözlü kızım. Sen benim birtanemsin. Asya kızın sabah uyandığında ilk iş duvarına yapıştırdığımız kelebeklerle konuşmak oluyor. Onun bağrış çığırış konuşmasına uyanıyoruz her sabah. Güne mutlu uyanmak diye ben buna derim.
 Gündüzleri oyun halısında oynamaya devam. Dönme işini de burda keşfetmiştik zaten. Artık istediği gibi her şeyi tutabiliyor. Bir elinden öbür eline geçirebiliyor. Bu özelliği beş aylık bebek gelişiminde okurdum çok saçma gelirdi ama şimdi benim Asyam yapınca çok süper bir hareket olduğunu anladım. Eline bir şey veriyorum mesela dişliği onu sağ elinde itina ile tutup inceliyor sonra dikkatle sol eline geçiriyor bir de orada inceliyor sonra iki eliyle tutup çok hızlı bir hareketle ağzına götürüyor. Bu arada dudaklar ördek gibi açılmış dişliğin gelmesini hazır olda bekliyor. Dişlik demişken bizim dişlerimiz neredeyse 3. aydan beri kaşınıyor ama henüz patlatabilmiş değiliz :) Neyse Asya ellerini kullanma işinde ustalık mertebesine ulaşmak üzere yatağına koyduğum minik ayıcıkla da oynayabiliyor. Hatta ayıcık uzakta kalmışsa uzanıp onu alıyor. Genellikle  ayıcığın sonu poposundan ısırılmak oluyor. Yatağa düşen emziğini de bulup alabiliyor ama ağzına götürürken hep ters tarafını götürüyor bunu bilinçli yaptığını düşünüyorum. Çünkü sert kısmıyla dişlerini kaşıyıp rahatlıyor.
Minnoşum ayaklarını keşfetmişti onları artık istediği gibi tutuyor hatta yiyor :) Ayağının terli tadından memnun kalmayıp bir de yüzünü buruşturuyor tam bir komik oluyor. Tat alabilmesi süper bir çok anne bu aylarda ufaktan ek gıdaya başlıyor bunun farkındayım ama biz ek gıda işine henüz başlamadık. Kilomuz doğum kilomuzun iki katına ulaştı bu nedenle ek gıdayı pek dert etmiyoruz. Tam gaz anne sütü :) 6. ayımızı doldurana kadar su bile vermeyin dedi doktorumuz. Bu kadar sert olmasak da henüz ek gıda almışlığımız yok arada bir su veriyorum babaanne ya da anane isterse onları kırmamak için. Bir kaç kere eline tutabileceği meyveler verip bir iki damla sularından emmesine izin verdim. Çok mutlu oldu yeni tatları merakla bekliyoruz.
Merakla beklediğimiz bir durumda dünyaya oturarak bakıyor olmak. Aslında oturmaya çok hevesliyiz. Ama doktorumuz "henüz oturtmayın hevesini de kırmayın, bazı durumlarda destekleyin" dediği için tam da böyle yapıyoruz ufak ufak oturtuyoruz. Ama gerçekten çok kısa süreler. Bu nedenle henüz bebeğim oturuyor diyemeyeceğim. Ayakları üzerinde durmak için de hevesleniyor ama bu durumu da fazla desteklemesek te ufacık zamanlar da izin verdiğimiz bir denge oluşturduk. Kucağımda ayağa kaldırıp hafif baskıyı hissettiğimde hemen uçuruyorum. Böylece hem oyun oynuyoruz hem de bacak kaslarımız gelişiyor. En çok gelişen ise yüz kaslarımız çünkü bu uçma işine bayağı gülüyoruz. Hem gül benim güzel kızım hayatta hiçbir şey ağlatmasın seni. Seni çok seviyorum.
Bir de son olarak keşifçi kızım üzerine ne giydiyse önce bi güzel inceliyor sonra çekiştiriyor :)  Baskıları, çiçekleri, böcekleri, tüm resimleri dikkatle inceliyor. Şimdiden süslü oldu bu kız sonrası nasıl olur bilemem : )

Beşinci ayımızdan bir kaç foto da ekleyelim tam olsun.


Arkada ne var bilin bakalım? Tabi ki televizyon ben minnoşun yönünü ters koysamda ona bakıcam diye uğraşıyor. Ben de çoğu zaman kapatıyorum. Zaten ben de hoşlanmam televizyondan kızım da hoşlanmasa iyi olur :)


Aynaya bakmak için özellikle dönüyoruz.
Sırma saçlarımızın şekli bozulmasın aynada kontrol etmemiz lazım :)


Ayıyı alıcaz diye döndük ama acaba kaplumbağa gibi kalıcaz mı böyle?
 Nasıl gelicez eski halimize diye düşünen Minik Asya


Acaba otursam daha mı güzel olurum ki bilemedim.
Şu ayağındaki çoraplara bayılıyorum belirtmeden geçemedim.
Ben çocukken de vardı bunlar hala var hep olacak
Forever dantelli çorap :)


Ne bulursam ağzıma götürürüm ona göre


Ne giymişiz acaba bi inceleyelim. Altında tül var galiba fena değil neyse.


Oturmak benim için erken anladım, baksana kitabı alacam diye devrildim hacı, olmadı bu iş :)


İmdattt! Ben bu minderin ortasındaydım ne zaman kaydım biri beni kurtarsın.


Şükür babam yardımıma yetişti :) Gidecek yerim kalmadı


Fotoğraf çekiliyorsa kameraya bakmadan olmaz :)